Fluent Fiction - Turkish: Winter Sparks: Finding Love in an Istanbul Cafe Find the full episode transcript, vocabulary words, and more:fluentfiction.com/tr/episode/2024-12-14-23-34-02-tr Story Transcript:Tr: İstanbul’da kar yağıyordu.En: It was snowing in İstanbul.Tr: İstiklal Caddesi’ne yakın bir kafede, cam kenarındaki masada Emre düşüncelere dalmıştı.En: In a cafe near Istiklal Avenue, at a table by the window, Emre was lost in thought.Tr: Hafif bir müzik eşliğinde, sıcacık kahvesinden bir yudum aldı.En: Accompanied by soft music, he took a sip of his warm coffee.Tr: Bu kafe onun için eski bir dost gibiydi, ilham bulduğu, huzur bulduğu yerdi.En: This cafe was like an old friend to him, a place where he found inspiration and peace.Tr: Derken kapı açıldı ve içeriye Leyla girdi.En: Then the door opened, and Leyla walked in.Tr: Üzerinde kalın bir palto, yüzünde büyük bir tebessüm vardı.En: She was wearing a thick coat and had a big smile on her face.Tr: Leyla İstanbul’u çok özlemişti. Buradaki enerjiyi, insanların canlılığını...En: Leyla had missed İstanbul very much—the energy here, the liveliness of the people...Tr: Kafe kalabalıktı ama bir köşe buldu kendine.En: The cafe was crowded, but she found a corner for herself.Tr: Dikkatlice oturdu, çantasını yanına koydu.En: She sat down carefully and placed her bag next to her.Tr: İçini ısıtacak kahvesi önüne geldiğinde, bir an dengesini kaybetti ve kahve Emre’nin masasındaki kağıtlara döküldü.En: When her coffee arrived to warm her up, she lost her balance for a moment, and the coffee spilled onto Emre's papers on the table.Tr: Emre önce ürkse de, Leyla’nın afallamış yüz ifadesine gülümseyerek yanıt verdi.En: Although Emre was startled at first, he responded with a smile to Leyla's bewildered expression.Tr: "Sorun değil," dedi hafifçe.En: "It's no problem," he said gently.Tr: Leyla mahçup ama içten bir kahkaha attı.En: Leyla let out a small, sincere laugh.Tr: "Çok üzgünüm, gerçekten! Size yeni bir kahve ısmarlayayım."En: "I'm so sorry, really! Let me buy you a new coffee."Tr: Bu nazik öneriyle sohbet etmeye başladılar.En: With this kind offer, they started chatting.Tr: Leyla’nın grafik tasarımla yeniden bir bağ kurduğunu, İstanbul’la yeniden tanışmak istediğini öğrendi.En: He learned that Leyla was reconnecting with graphic design and wanted to get to know İstanbul again.Tr: Emre, Leyla’nın enerjisine kapılmıştı.En: Emre was drawn to Leyla's energy.Tr: Tam o sırada Mete geldi, her zamanki gibi neşeli.En: Just then, Mete arrived, cheerful as always.Tr: "Hey, Emre! Ne yapıyorsun burada tek başına?" diye sordu, Leyla’yı görünce gözlerini şaşkınlıkla açarak.En: "Hey, Emre! What are you doing here all alone?" he asked, opening his eyes in surprise when he saw Leyla.Tr: "Aa, affedersiniz, ben Emre’nin en iyi arkadaşı Mete," dedi esprili bir tonla.En: "Oh, pardon me, I'm Emre's best friend, Mete," he said in a playful tone.Tr: Birlikte kahvelerini içerken, Mete’nin ilginç hikayeleriyle kahkahalar eksik olmadı.En: As they drank their coffees together, Mete's interesting stories kept the laughter going.Tr: Ancak Emre’nin gözleri hep Leyla’daydı.En: But Emre's eyes were always on Leyla.Tr: Leyla’ya bir sergiden bahsetti; belki gitmek isteyebileceğini düşündü.En: He mentioned an art exhibition to Leyla; he thought she might want to go.Tr: Ama içten içe, onu davet edecek cesareti kendinde bulamıyordu.En: Yet, deep inside, he couldn't find the courage to invite her.Tr: İşte tam o sırada Mete, "Biliyor musun Emre," diye başladı, "cesur olmazsan her kışı yaz gibi yaşayamazsın."En: At that moment, Mete said, "You know Emre, if you're not brave, you can't live every winter like summer."Tr: Emre derin bir nefes aldı.En: Emre took a deep breath.Tr: Leyla’ya dönerek, "Belki bu hafta sonu bir sanat sergisine gitmek istersin?" diye teklif etti.En: Turning to Leyla, he offered, "Maybe you'd like to go to an art exhibition this weekend?"Tr: Leyla’nın gözleri ışıldadı.En: Leyla's eyes lit up.Tr: "Memnuniyetle!" dedi heyecanla.En: "I'd love to!" she said excitedly.Tr: Sergiye gittiklerinde, ikisi de sanat eserlerinin önünde durup derin sohbetlere dalmıştı.En: When they went to the exhibition, both stood in front of the artworks, delving into deep conversations.Tr: Renkler, çizgiler, hepsi onlara hayat, umut veriyordu.En: The colors, the lines, they all gave them life and hope.Tr: O an, aralarındaki bağı fark ettiler.En: At that moment, they realized the bond between them.Tr: Sanatın ve hayallerin birbirine karıştığı, ama tam da İstanbul’a özgü bir şekilde...En: Where art and dreams intertwined, in a way that is truly unique to İstanbul...Tr: Leyla, İstanbul’da biraz daha kalmaya karar verdi.En: Leyla decided to stay a bit longer in İstanbul.Tr: Emre ise, Leyla ile ...
Show more
Show less